Sepet Boş
Ürünlerimiz geleneksel üretim, katkısız ve tarım ilaçsızdır.
📦 ÜCRETSIZ KARGO: Avusturya için €80 ve üzeri, Almanya için €120 ve üzeri, Hollanda için €180 ve üzeri, diğer Avrupa ülkeleri için ise €200 ve üzeri alışverişlerde kargo ücretsiz. Tüm Avrupa´ya yolluyoruz.
Temiz/iyi gıda bizim deyişimizle gerçek gıda tam bir projeksiyon alanı. Eğriyle doğruyu ayrıştıran bir eşik, bir karbon kağıdı... Bazı işyerlerinin duvarına asılı levhada okuduğumuz `İş ahlakı yoktur, sadece genel ahlak vardır` yolundaki söylemin ta kendisinden bahsediyoruz. İşte gıda konusu da en azından üretici boyutundan baktığımızda ağızlardan düşmeyen o meşhur `etik değerlerin` ne kadar ciddiye alındığının da sağlam bir göstergesi. Evet, hiç kuşkusuz, başka parametrelerle birlikte değerlendirmek koşuluyla üretim-tüketim döngüsüne ve hassasiyetine bakarak bir toplumun etik tutum ve tavırlarıyla ilgili sağlam bir kanaat sahibi olabilirsiniz.
Kendimizin yıllar içinde yaşadığı, başımızdan geçen, irili ufaklı hadiseler var; Türkiye`deki gıda alanıyla ilgilenen herkes gibi. Birkaçını paylaşalım.
Anekdot 1-) Yıl 2015. İzmir`de temiz gıda iyi tarım uygulamalarına destek olmak üzere kurulmuş bir gıda topluluğunun faaliyetlerine katılıyoruz. Amaç tarım yaparken insana ve tabiata en az zarar vermek, sağlıklı beslenme bilincini geliştirmek ve tarım zehirleri konusunda genel bir duyarlılık oluşturmak. Bu doğrultuda insanlara ulaşmak ve onları bilinçlendirmek. Önemine inandığımız bir iş yapıyoruz ve elbette heyecanlıyız. Bilgilendirme/bilinçlendirme faaliyetlerinin yanısıra çoğunlukla Urla civarında bulunan, ürünlerini belirli kriterlere göre üreten, küçük üreticiden ürünlerini toplayıp haftada bir üyelere ve ilgilenenlere dağıtım yapılıyor. Yaş sebze/meyve, bakliyat, bazı reçeller, el emeği ürünleri.
Ta ilk günlerden beri üretici sıfatıyla faaliyetlerimize katılan bir çiftcimiz var. Mümtaz. İlklerden olduğundan nispeten sağlam bir güven kredisine sahip.
Bir Cumartesi günü Urla´da gene rutin toplantımıza, biraz gecikerek, katılıyoruz… toplulukta bir huzursuzluk, bir homurdanma hali var. Hava gergin, elektrikli. Sanki ayıp bir şeye tanık olup rahatsız olmuşlar ama kimsede dillendirmek istemiyor gibi. İlerleyen dakikalarda anlıyoruz ki çiftcilerimizi belirli aralıklarla kontrole giden arkadaşlarımız dünki sürpriz ziyaretlerinde kullanmaması gereken zirai kimyasallar bulmuşlar Mümtaz´ın deposunda. Durum oldukça açık ve net olduğundan inkara dahi yeltenmemiş çiftçimiz.
Yaşadığımız hayal kırıklığı elbette büyüktü. Sonra özürler, pişmanlıklar filan…ama biz dersimizi almıştık.
Anekdot 2-) Yıl 2016. Konvansiyonel gıda ürünlerinden mümkün olduğunca uzak durduğumuzdan elbette içinde antibiyotik/ilaç kalıntıları/hormonlar bulunan market sütünü de alternatif kaynaklardan elde etmeye özen gösteriyorduk. Türkiye`de bu tür girişimler çok kolay değildir. Çok araştırmanız, tartıp biçmeniz, gidip yerinde görmeniz gerekir. Organik sertifikalı süt dağıtımı yapan ufak ve lokal bir oluşum bulduk. Haftanın belirli günleri kapıya servis yapıyordu Elif. Birkaç ay aldıktan sonra sütlerini, üretim yerlerine bakmak üzere bir haftasonu yola koyulduk. Yarım saatlik bir yoldan sonra Aliağa yakınlarındaki destinasyonumuza ulaştık. Gördüğümüz manzara…tek kelimeyle üzücüydü.
Bir ilçenin periferisinde, eski ama hala faal, bacası tüten bir fabrikanın yanıbaşında bir ağıl. Otlak neredeyse yok derecesinde. Kuru bozkır. Etraftaki arsalara tek tük serpiştirilmiş, çatılarını gri bir toz ceperi kaplamış kasvetli gecekondular. Bozbulanık bir hava. Distopik bir sahne gibi.
Ve cok bakımlı olmayan, çelimsiz inekler. Evet, organik yem veriliyor olabilirdi bu hayvanlara ama bu tek kriter değildi bizim için. Hayvanların otlaması, sanayi atıklarından uzak olması ve doğalarına uygun ortamlarda mutlu yaşamaları da esastı. Derhal süt alımını durduruyoruz tabi…
Anekdot 3-) Yıl 2019 yazı. Temiz bir zeytin ve zeytinyağı bulmak üzere gene yollara düşüyoruz. Hedef Türkiye`nin zeytin merkezi Akhisar. Benimde baba tarafından memleketim.
Zeytin ile ilgili önbilgimiz bizi pek ümitli kılmıyor: Zeytine dadanan cok sayıda sinek ve güve var. Kızıl kurt, Filizkıran, dal kurutan, zeytin kabuklu biti, zeytin fidan tırtılı vs. gibi şirin mi şirin isimlere sahip bu farklı farklı canlılarla mücadele etmek için çok sayıda ve yoğun ilaçlama yapılır zeytin ağaçlarına. Adeta toz bulutu içinde bırakılır zeytinlik. Görmüş olanlar ne demek istediğimi bilirler. Dimethoate, Cyclohexanone, Ksilen, Cyfluthrin, Diazinon, Fenthion, Parathion…diye uzayıp giden zehirli kimyasallar.
Kendimizin de aktif kullanmamakla birlikte zeytinliklerimiz olduğundan konuya zaten aşinayız. Fakat zeytinin zehirle teması burada bitmez. Toplandıktan sonra daha hızlı olgunlaşsın, acılığı gitsin vb.nedenlerle kimyasal banyo yaptırılır zeytinciklere…
Doğal zeytin bu değildir ama. Boya işin içine girmez. Kostik girmez, koruyucu girmez, kabuk inceltici girmez. Giriyorsa orada bir sorun var demektir. Doğal zeytin, suyundan çıktıktan sonra 4-5 gün içinde hafiften beyaz beyaz pamukçuklanmaya başlar. Bunu engellemek için yapabileceğiniz tek şey yağlamaktır. Bekletildiği halde pamukçuklaşmayan zeytinler falan..? İşte onlar enteresan...!
Neyse…devam edelim. Daha önce tespit ettiğimiz bir zeytinciye gidiyor üretimine bakıyoruz.
Üretiminde sorun yok, fakat zeytinlerinin kıvamı ve lezzeti hoşumuza gitmiyor. Arayışımızı sürdürüyor zeytin halini kolaçan ediyor, tek tek herkesle görüşüyoruz. Görüştüğümüz işletmelerin neredeyse hepsi zeytinlerinin tamamını kendisi üreten üreticiler değil, nereden bulursa oradan zeytin alıp işleyen şirketler. Bu durum zeytin gibi en çok tarım zehirinin kullanıldığı bir üründe kabul edilemez bir durum bizim için. Organik zeytinyağı satan bir kişiyle tanışıyoruz Hal`de. İstanbul`dan Akhisar`a, karlı bir iş duyumu ve hevesiyle, zeytin işi yapmak için gelmiş. Havalı bir marka ve etiket üretip gözalıcı şişelere doldurmuş zeytinyağını. Organik zeytinyağı var kendisinde ama organik zeytin yok! Pek tuhaf. Zeytinyağı elde etmek için sıkacağı zeytinleri başkalarından topladığını öğrendiğimizde ise iyi günler dileyip hızla uzaklaşıyoruz oradan.
Yaptığı işi sadece para kazanmak için yapan, onun dışında konuyla ilgili başka herhangi bir değer yargısı taşımayan bir sürü tüccarla tanıştıktan sonra ümitsiz bir uğraş içinde olduğumuzu tekrardan anlıyoruz.
Avrupa`da tüketilen zeytinlerin büyük bir kısmının buralardan geldiğini bildiğimizden içimizi bir burukluk kaplıyor. O yaz elimiz boş dönüyoruz memleketten…
Anekdot 4-) Yıl 2020 yazı. İsmini İzmir`in bir ilçesinden alan ve Migros`lara da çok sayıda ürün veren tanınmış bir organik gıda ürünleri kooperatifine yolumuz düşüyor. Kooperatifin neden isim veren ilçede değilde İzmir`in başka bir ilçesinde olduğu gerçeğini ilkin yadırgasakta bilgi dağarcığımızı artırmak ve ilgilendiğimiz bir-iki ürünle ilgili görüsmek üzere organize sanayide konuşlanmış kooperatif merkezinin merdivenlerinden çıkıyoruz. Müdür beyin odasına yönlendiriliyoruz; yoğun sigara dumanı dolu odada deri koltuğundan herhangi bir kalkma imasında bulunmadan bizi karşılayan müdürümüzün anlattıklarını dinliyoruz. Anlaşmalı üreticilerden temin ettikleri ürünleri modern ekipmanlı paketleme ünitesinde nasıl ambalajladıklarını filan anlatıyor. Depoya kameralar yerleştirmiş herşeyi daha iyi kontrol edebiliyormuş malumatı gibi bizim için hayati bilgilere sahip oluyoruz. İlgilendiğimiz konular bunlar değil tabii.
Ürünlerin niteliği ve kalitesi, ek kontroller, pestisit analizleri vb. konularda hiçbirsey duymamak canımızı sıkıyor haliyle. Üstüne birde müdürümüzün kendi şirketini kurduğunu ve daha fazla seçenekleri oradan sağlayabileceğimizi, kendi sirketini tavsiye ettiğini söylediğinde sanki o değilde biz o kooperatifin üyelerine ihanet ediyormuşcasına `Fremdschämen` yapıyoruz. Kalkma zamanı geldiğine hükmediyor ve vedalaşıyoruz.
Azını aktardığımız bu yaşadığımız olaylar ülkemiz gerçeklerinin farklı olduğunu bize yeniden hatırlatıyor, Avrupa´daki gibi organik sertifikaya yer yer gözü kapalı güvenemeyeceğimizi, evimizde tükettiğimiz gıdaları tamamen kendi kontrolümüzde tutmamız ve yalnızca güvendiğimiz kaynaklardan alışveriş yapmamız gerekliliği gibi..
Evimizde edindiğimiz bu tecrübeyi kurduğumuz işimizde de ilke edindik.
Organik sertifikalı güvenilir üretim yapan üreticiler hiç kuşkusuz olmakla birlikte salt sertifika`nin yeterli olmadığını Türkiye`de yaşayan ve gıda konusundaki bilinçli kesim elbette çoktandır farkında.
Piyasada, marketler ve pazarlarda satışı patlayan organik ürünleri halihazırdaki organik üretim kapasitesi hiç bir şekilde karşılayamayacağı da besbelli.
Çok daha pahalıya satılan organik ürünlerin bazı art niyetli insanların iştahını kabarttığıda bir realite. Sertifikasyon kurumundan olağan uygulama olarak yılda bir yapılan kontrol de bu kötü niyetli insanların kötü emellerini gerçekleştirmelerinin önüne geçebilecek gibi görünmüyor malesef.
Biz (ve tüm bilinçli tüketiciler) daha ziyade ekolojik derdi olan, zehirli gıda olgusuna karşı sağlam tepkiler geliştirmiş insanlardan alışveriş yapmaya özen gösterdik, gösteriyoruz. İster sertifikalı olsun isterse değil. Evet, yakından tanıdığımız ve belki de Türkiye`nin en temiz tarımını yapan kimi üreticinin sertifikası yok; zaten bir çok tüketicinin güvenmediği o sisteme ve genel olarak gıda endüstrisi mekanizmasına mümkün olduğunca dahil olmak istemiyorlar. Ama ne yaptıkları ve ne yapmadıkları belli; ve bilinçli kesim yani `camia´ içersinde bilinen, tanınan insanlar.
Bu durum Türkiye gerçeği içersinde değerlendirilmesi gereken özel, spesifik bir durum.
Buna organik sertifikalı ve (bizim icin zaten sözkonusu bile olmayan çarşıda/pazarda satılan) tarım zehirli klasik/konvansiyonel üretime alternatif 3.yol diyebiliriz.